29 Kasım 2008 Cumartesi

YALNIZ


Bedeni bir istekten, tabiatın bir zorunluluğundan fazlası uyku… Ya bu dünyada aradıklarını bulamayanların ya da bu dünyada bir şey aramadığı halde hayatın vaadettiği şeylerden sıkılanların, bazen hayatın zorlamasıyla bazen ihtiyari bir hareketle bu diyarlardan kaçışları. Hayata olan inançsızlığın ispatı gibi sanki; kim uykusuzluğa dayanabilir, yaşadığı süreyi kat be kat arttırmayı kim isteyebilir? Söyleyemesek de kafamızdan geçen şeyler bunlar, uykusuz kalınan bir gecenin sabahında tüm asabiyetin üzerimizde toplanmasının dolaylı sebepleri. Uykuya ihtiyacımız var; bu hayat bir an önce bitsin diye, birazcık olsun gerçek manada yalnız kalabilelim diye, bugünün hesapları karanlık bir nehirde boğulsun, yarına kalmasın diye…

***

Bazen bir kuyuya düşer gibi dalıyorum uykuya… Uzun zamandır hasret kalınmış sevgiliye, kendiliğinden uzanan kollar gibi zihnim bırakıveriyor varlığını uykuya. Deliksiz, homurtusuz, yorganın altındaki sıcaklık gibi çekici uyku her bir yanımı sarıp sarmalayıp hissiz bırakıyor beni. Yalnızlığımı ve onun ölümcül sessizliğini en derinden böylece yaşıyorum. Yaşadıkça uykunun tabiatı, her geçen gece, biraz daha tanıdık oluyor. Bu yüzden ona karşı küstahlığım, böbürlenerek karşımda masallardan arda kalmış haritaya bakıp “bazen bir kuyuya düşer gibi dalıyorum uykuya” diyebiliyorum. Bu biçimsiz, hayalperest tanrının, adı UYKU olan rüyanın bu içten içe kızdığını da tahmin ediyorum. Ama henüz bilemiyorum bu yüzden tüm varlığını benden çekeceğini ve beni onsuz bırakacağını…

Uykudan arda kalan dünya, uyanıklık, uykuya; gerçek diye gördüklerimiz hülyalara, rüyalara yaklaştıkça daha da dağılıyor uykunun karanlığı. Sırların dillere dolanması gibi değil de artık karanlığın, hiçbir şeyin yok edemeyeceği bir aydınlığa dönüşmesi gibi.

Sonra artık bir yolculuğa çıkar gibi dalıyorum uykuya. Önce bir hevesin yemişlere benzer tadını duyuyorum dudaklarımda. Sonra da bir hayalin peşi sıra takılıyorum. Aklımda dönüyor konuşmalar, uykuya yaklaştıkça suretler bedene ve benim aklımdaki düşünceleri seslere dönüşüyor; bir hayal ete kemiğe bürünüyor. “Anne, babama iyi bak” deyiveriyorum gerçeklikten koparken “Ve sen de sevgilim, lütfen…” lütfen. O anı düşündükçe tüm vücudumu bir heyecan kaplıyor. Derken konuşmalar dudaklarıma çalınmaya başlıyor; hayalle gerçek yer değiştiriyor. Ne olduğunu bilmeksizin yoğun bir ağırlığın altında eziliyorum. Uyku gelip sarıyor dört bir yanımı.

***

Şimdi ne o başlardaki tatlı düşüş, ne de sonraki acayip serüvenler var geceleri. Birerden herkes el etek çekince geceden, geceleri hayatımda ilk defa yalnız kalıyorum. Uykum yok; hayaller, rüyalar, kâbuslar ve hatta karabasanlar dahi yok… Yapayalnız kalıyorum karanlıkta. Yorganın altına kendimi gizlemeye çalıştıkça, uykusuz, sakat tarafım ayyuka çıkıyor. Kıskanıyorum diğerlerini; ellerinde ne değerli bir servet tuttuklarını bilmeksizin, gaflet uykusuna dalanlara kızıyorum, senin kıymetini bilmeyenlere. Düşlerin kollarındayken bu anın keyfini çıkartmayı düşünmeksizin, her manada uyuyanlara kızıyorum.

Öyle özledim ki o anları. Hiç değilse o uyandığım anları özlüyorum, gözlerimi yavaşça açarken içime dolan o ışığı en azından. Çığlık kopar gibi dağılıveriyor uyku, eskisi gibi sarıp sarmalayacağına beni. İsyan etmek ne mümkün; sen değil misin ona sıradan bir sevdaya düşer gibi tutulan. İsmindeki garabeti varlığıyla paylaşıyor, uykusuzluk; yoklukların en solgunu. Beni bu hayattan yeniden kopar ne olur

2 Kasım 2008 Pazar

TAXI DRIVER

thank god for the rain to wash the trash off the sidewalk.
travis bickle