22 Kasım 2010 Pazartesi

LA NAUSEE


Şunu düşündüm : En bayağı olayın bir serüven haline gelmesi için onu anlatmaya koyulmanız gerekir ve yeter. İnsanları aldatan da bu zaten... Kişioğlu hikayecilikten kurtulamaz, kendi hikayeleri ve başkalarının hikayeleri arasında yaşar. Başına gelen her şeyi hikayeler içinden görür..Hayatını, sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır; Ama ya yaşamayı ya da anlatmayı seçmek gerek...

Jean-Paul Sartre; La Nausee

19 Kasım 2010 Cuma

BİZ BURADAYIZ EY OĞUZ ATAY; SEN NERDESİN ACABA?


Oğuz Atay bir dönemin romancısı: Anlattıkları ölümünün yaklaşık yirmi otuz yıl sonrasındaki bir dönemin psikolojik halini yansıtıyor. Romanları ve hikâyeleri, doksanların sonunda filizlenmeye başlayan bir neslin, bizim neslimizin sesi. Yıldız Ecevit’in Oğuz Atay’ın hayatını ve eserlerini incelediği monografisi “Ben Buradayım” bize böylesine yakın bir yazarın hayatını anlatması bakımından önemli; bizim için bir nevi onunla ikinci bir buluşma niteliğinde. Ancak isminin ağırlığına yakışmayan bir ürün var ortada. Kitap çeşitli açılardan zayıf ve yetersiz; bunların ötesinde Oğuz Atay ile okurları arasında kurulan bağı yakışıksız bir biçimde çözüyor.

Kitaptaki sorunların ilk nedenini Yıldız Ecevit’in akademisyen kimliği oluşturuyor bence... Yıldız Ecevit bilimsel içerikli yazılarından tanıdığımız bir profesör: Orhan Pamuk'u Anlamak ve Türk Romanında Postmodernist Açılımlar gibi incelemeleri çok daha teknik ayrıntı içeren kitaplardı. Edebiyat tarihi, edebiyat kuramı, metin çözümlemesi kapsamına dâhil edilebilecek eserlerdi. Ancak Ben Buradayım bir biyografi: hatta yer yer biyografik bir roman. Oğuz Atay, bir roman kahramanı gibi işlenmiş, anlatılmış. Haliyle tipleştirilmiş ve idealize edilmiş. Verdiği güncel bilgiler faydalı ve Oğuz Atay’ı yüzeysel olarak tanımak için önemli olsa da, meselenin özüne inmekten uzak. Daha da fenası zaman zaman gerçeklikten kopulduğu kuşkusu uyandırıyor. Daha açık konuşmak gerekirse Oğuz Atay mükemmel bir insan, mükemmel bir adam gibi yansıtılmaya çalışılmış, Oğuz Atay’ın en çok rahatsız olacağını tahmin ettiğimiz biçimde tutarlı bir çerçeveye, bir kişiliğe oturtulma çabasıyla budanmış veya üst üste yığılan gereksiz bilgiler, böyle bir izlenim uyandırıyor. Mesela ilk eşinden ayrılmış olsa da, maddi sıkıntılar çekiyor olsa da kızı Özge'nin nafakasını sektirmeden yatırdığını söylüyor Yıldız Ecevit altını çizerek. Veya kendisini terk edip İngiltere’ye yerleşen sevgilisi ile aralarında tatsız hiçbir konuşma geçmediğinden, hatta bu hanımın yeni sevgilisiyle medeni bir insan gibi nasıl iletişim kurduğu en az beş altı kez dillendiriliyor. Bence bunlara gerek yok; daha doğrusu böyle bir inceleme kapsamında bizi bunlar ilgilendirmiyor. Oğuz Atay’ın kızı Özge'nin nafakasını kumarda yemesinin gözümüzdeki değeri azaltması düşünülemez. Oğuz Atay’ın küsüp bir daha o hanımla da o kocasıyla da konuşmaması hiç kimseyi şaşırtmaz. Bu yüzden Yıldız Ecevit niye böyle bir çabaya girmiş anlayabilmek mümkün değil. Oğuz Atay incelemesinin Yıldız Ecevit'i epey tesiri altına almış olması ihtimali geliyor insanın aklına: böyle olmuş olacak ki onu kendi yarattığı bir roman kahramanı benimsemiş, kollamış. İnsanlar onu kötü bilmesinler istemiş. Sanıyorum biraz çarpıtmış. Söylenenleri ayıklamış. Belki de bu kadar çok sevilen bir yazar hakkında yakışıksız bir bilgi vermekten popülist bir refleksle kaçınmış. Tabii bunu Oğuz Atay’ın karakterine ilişkin bildiğim bir olaydan yola çıkarak söylemiyorum, yani kötü bir adam olduğunu düşünmüyorum. Ama bu yaratılan melek figürü bir süre sonra insanı yoruyor, bayıyor.

Neden? Çünkü Oğuz Atay her şeyden, her yönüyle önce bir insan. Bir robot, bir makine değil. Hayatını insanca duygularla yaşadığı, kimi zaman yanlışlar da yaptığı hiç değilse Günlükler’den belli oluyor veya romanlarından bunu teşhis edebiliyoruz. Haliyle onu insan-üstü olarak resmetme çabası anlamsız. Kaldı ki Oğuz Atay’ın kendisi de Mustafa İnan'ın hayatını yazarken bu romantizme düşmekten kasıtlı biçimde kaçınmış olduğunu anlatmış, hatta idealize edilmekten korktuğuna Yıldız Ecevit de değinmiş. Ama ne yazık ki kendisi bu hatayı yapmaktan kurtulamamış.

Tabii bunda kitabın belkemiği olan tezin de etkisi var: her şeyden önce yazarın hayatı ile eserleri arasında bir paralellik olduğu iddia ediliyor ve bu kanıtlanmaya çalışılmış. Bu hemen hemen her yazar için geçerli olabilecek bir önermeyken Yıldız Ecevit'in çalışmasında abartılı bir şekilde Oğuz Atay’ın kendisinin bir süre sonra Selim Işık'la, Hikmet Benol'la karıştığını; bu karakterler arasındaki sınırın kaybolduğunu görüyoruz. Hatta Yıldız Ecevit, bunu bir adım daha öteye götürerek Süleyman Kargı gibi kimi karakterlerle de yazarın hayatındaki gerçek kişilerle –örneğin Vüs’at Bener ile özdeşleştiriyor. Anlaşılan Selim Işık, Turgut Özben'in gözünde nasıl bir İsa figürüne bürünmüşse, Oğuz Atay da aynı Tutunamayanlar'da olduğu gibi kendisinin peşine düşen Yıldız Ecevit'in gözünde bir İsa figürüne, mükemmel bir insana dönüşmüş. Ama unutulan şey Selim'in, Hikmet'in bir roman kahramanı; Oğuz Atay’ın bir insan olduğu. Burada bir bilim insanına yakışmayacak bir sığlık, bir yanılma görüyorum. Elde edilen bulgular buna işaret ediyor olsa bile, yani belki de Oğuz Atay sahiden mükemmel bir insandır, bunu bilemeyiz, dil ve kurgu bunu ispat etmek üzerine kurulu olmamalıydı. Oğuz Atay’ın hayatı bir melodrama dönüşmemeli, daha objektif davranılmalıydı. Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar kitabında bile kendisini temsil eden Hikmet Benol’u bu kadar çıkarcı, bu kadar bencil resmetmişken; hatta kitapta sevgi bölümünde suçlunun kim olduğu konusuna bir denge getirmişken yazarın bunu atlaması saçmalık. Yıldız Ecevit adeta Oğuz Atay’ın kitaplarından yola çıkarak bir Oğuz Atay kahramanı, bir tutunamayan yaratmış; üstelik bunu üçüncü sınıf okuyucuların gözünü boyayacak biçimde yapmış.

Yani Ben Buradayım kitabı Canım Selimciler için, Oğuz Atay’ı popüler bir mit olarak benimseyenler için, ağlak okuyucular için yazılmış. Tutunamayanların çıkarcı, küçük hesapların peşinde koşan, kendini beğenmiş ve yetersiz yönünü atlayarak Tutunamayanlar'ı acımayla karışık bir duyguyla sevenlere hitap ediyor bu kitap. Oysa tutunamayan karakterinin, en azından selim'in ve hikmet'in rahatsız edici, küçümseyici, uzaklaştırıcı bir yönü de var: Oğuz Atay da Tehlikeli Oyunlar'da bunu açığa çıkartıyor ve eleştiriyordu. Belki de gelecek eserlerinde bu karakteri çok daha net bir şekilde alaşağı edecekti. Ama ömrü vefa etmedi. Bu yüzden elimizde yalnızca büyük bir yazarın başlangıç niteliğindeki eserleri kaldı; bu yüzden aslında Oğuz Atay’ın toplumcu-bireyci penceresinde giderek silik ve tatsız bir yere sahip olan tutunamayan karakteri, daha güçlü ve kararlı bir başka karaktere dönüşemedi. Yıldız Ecevit de bunu teşhis etmek yerine popüler olan görüşe kendini kaptırmış ve ortaya, bilimselliği ve objektifliği, daha da cüretkâr olursak ahlakiliği tartışılabilir bir eser çıkmış. ben buradayım Oğuz Atay’ı hayatındaki insanlar kadar tanımak için yeterli ama anlamak için asla. Oğuz Atay, yaşadığı dönemdeki gibi hala anlaşılmak ve iletişim kurmak için olduğu yerde birilerini bekliyor ama bir farkla: Artık okuyucusu da onu anlamak için, yakından tanımak için bir yerlerde iz sürüyor.