3 Eylül 2008 Çarşamba

AYAK TOPU

Futbolu bir topun peşinde koşan on iki kişiyi anlamıyorum diye yad edenlerin aslında anlamadığı değil de bilmediği pek çok şey vardır. Bunlardan en önemlisi, tüm değerlerde olduğu gibi futbolun değerine de yüklenen kişisel anlamlardır. Futbolu zaman kaybı, kitlelerin afyonu olarak görmek kişinin tribündeki adamın ruh halini bilmemek gibi bir eksikliği vardır. O kişi, tribündeki bir adamın doksan dakika boyunca kalbinin sahadaki futbolcularla beraber atmasının altındaki nedenleri bilmez ve düşünmez. O basit adam kendinden bir parça, hatta kendisine bir sevgili gibi gördüğü takımla yaşamaktadır oysa…

Bir takımı sevgili olarak görmek ve ona karşı beslenilen hisleri ifade etmek için aslında kullanılabilecek en esaslı kelimedir aşk. Aynı aşk gibi çoğu kez tutulan takımla aşık olunan kadın gibi bir şeçimle belirlenmez; mahallede gördüğümüz kıza, daha onu tanımadan beslediğimiz duygular gibi çoğumuz ya aileden gelen ya da çevreden gelen bir sürü yönlendirmeyle bir takım tutarız. Sonraları o takım artık bizden, kimliğimizden bir şey haline dönüşür ve sevgiliyle olan maceralar, onunla yaşanılanlar o aşkın tutku boyutunu güçlendirir. Belki kimi zaman öyle şeyler yaşarız ki o aşk, o tutku bir seviye dönüşür. Beşiktaş’ın Fenerbahçe’yi kendi sahasında kalecisiz yenmesi, kaşla göz arasında sevilen kızın bize bakıp gülümsemesi ya da en zor durumumuzda sevdiğimizin elimizden tutup bizi teselli etmesi kadar anlamlı bir harekete dönüşür; biz sevgimizi anlatırken arada bu anıyla gözlerimiz dolar. Bu yüzden oturup iki delikanlının sevdiği kızları, senin sevgilin orospu benim sevgilim hanım ya da senin sevgilin benimkinden daha güzel diye karşılaştırması aşkın doğasına ne kadar aykırı ise tutulan takımların da çeşitli yönlerden kıyaslanması futbolun doğasına o kadar aykırıdır. Çünkü ikisi de bir seçime dayanmamış ancak rastlantısaldır ve asıl mesele sevgilinin özelliklerinden ziyade ona duyulan bağlılık ve sadakattir. Futboldaki mücadele ve başarı ise, aşkın karşılıklı aşka dönüşmesi kadar önemlidir yalnızca…

Ve tribünlerde, televizyonların başında sevenlerin kalbi sevdikleriyle atarken, kenar mahalle aşıkları sevdikleri kızın peşinden koşarmışçasına heyecanlıdır. Gol olduğunda o sevgiye duyulan karşılık çıkar gün yüzüne; sevdiğimiz kız, belki yine dönüp gülümser bize… Rakip takım bir gol attığında hayattan bir gol yenir ve umutsuzluklar peydah olur. Doksan dakika sonunda eğer galip gelindiyse, o gün sevgilinin yüreğimize koyduğu umutla koyarız başımızı yastığa. Sahadan mağlup ayrıldığında takımımız, belki bir sonraki maça, bir sonraki güne ertelenir umutlar… Bu yüzden sahadaki mücadele iki takım arasında değil, iki ayrı aşkın birbirinden habersiz hayata ve kadere karşı olan mücadelesidir. Bu yüzden rakip kim olursa olsun galibiyettir tek amaç ve bu yüzden futbol, rekabeti her haliyle yaşadığı halde kavgadan uzaktır. Tüm hareketler sahada yapılır ve maç biter; saha dışındaki tüm kavgalar ve zaferler bir gol dahi olsa yansımaz tabelaya. Futbol için adam öldürmek, kavga etmek her şartta yanlıştır bu yüzden.

Hayat fena halde futbola benzer derken anlatılmak istenen 26 Mayıs 1999 gecesi Oliver Kahn’ın yaşadığı kabustur. Tüm sezon boyunca ve hatta son doksan dakikada yapılan tüm doğruların birkaç dakikada anlamsız hale gelmesi, hayatı boyunca çalışan ve yaptığı birkaç yanlışla her şeyini kaybeden adamların hikayesine benzer. O adam bazen işini, bazen tüm servetini, bazen ailesini ve hatta hayatını kaybeder yaptığı birkaç ufak yanlışla. Ya da 14 Mayıs 2006 gecesi sahaya yığılıp ağlayan Stephen Appiah’ın gözyaşlarına bakın… Tüm sezon bir şekilde canını dişine takıp elinden gelenin en iyisini yaptıktan sonra takımının son maçta yenilmesi ve şampiyonluğu kaybetmek, insanın elinden gelenin en iyisi yapsa da bazen takım arkadaşlarının hatasıyla kaybedebileceğinin ispatıdır. Ve siz de elinizden gelenin en iyisini yapsanız da kazananın siz olmadığı belki yüzlerce sahne görmüşsünüzdür hayatta. Bu örnekler o kadar çok ki; sanki hayat, içindeki tüm umutlar, tüm zaferler, tüm mağlubiyetler ve en önemlisi yine kendi içinden birçok dersle doksan dakikaya sığmış.

Futbol ve onu sevenler, bir takıma gönül verip olmadık şeyler yapan insanlar için söylenebilecek çok şeyler var ancak futbolu anlamayanların bilmesi gereken bunlardır. Renklere gönül veren, stadyumlara mabet diyenlerin ruh hali en amansız aşklara tutulmuş berduşlardan farksızdır. Belki nedenleri bilinmez ama en fazla da aşk kadar, sevgi kadar anlamsızdır o duygular. Ve sahadaki on bir adamın arkasında milyonlar olduğunu düşündüğümüz zaman gerçekten anlarız ki futbol, asla yalnızca futbol değildir. Futbol bir oyun haricinde St.Pauli’den Liverpool’a, Celtic’ten Eskişehirspor’a, Beşiktaş’tan Boca Juniors’a, Real Madrid’den Leeds United’a, Lazio’dan Borissia Dortmund’a kadar uzanan bir sevgi ve ruh halidir.

Hiç yorum yok: