4 Eylül 2008 Perşembe

BARDA

Şiddetin sıradanlaştıran filmler son dönemlerde popüler kültürün önemli bir parçası. Korku filmlerinin ardından gelen bu furyanın benim hatırlayabildiğim ilk örneği ise Saw serisi. Nam-ı değer Testere kurgusundaki ve seyirciyi ters köşeye yatırma konusundaki başarısının yanında izleyicilerin kanını donduran sahneleriyle de dikkat çekmişti. Daha sonra şiddeti, daha doğrusu vahşeti bu denli yukarıya çeken bir çok film çekildi. Ülkemizde bu konuda elimizde tutabileceğimiz neredeyse tek örnek ise Serdar Akar’ın Barda filmi.

Barda filminin konusunu kısmen de olsa gerçeklere dayanan bir hikaye oluşturuyor. Gerçek hikayede basılan ev ve rehin alınan altı gencin yerini filmde basılan bar ve rehin alınan bir grup genç almış; 17 saat boyunca uyuşturucu ve alkolün etkisindeki beş kişi tarafından işkenceye maruz kalmış ve tecavüze uğramış bir grup genç. Kısacası tamamen based on a true story olayı olmasa da Serdar Akar’ın da dediği gibi gerçek olaydan esinlenilmiş bir hikaye ve bu kadarlık kısmı bile ürkütücü. Film, o gece boyunca barda yaşananları, suçluların ve mağdurların psikolojilerini daha önce de belirttiğim gibi şiddetin sınırını epey yukarıya çıkararak anlatmış.

Hikaye ana hatlarıyla böyle; peki ya içerdikleri…

Barda filmini konuşmak aslında oldukça zor çünkü film, bir çok konudan başarılı ve bunun yanında olumlu-olumsuz pek çok eleştiriye de açık. Ama başladığımız yerden gidersek Barda, şiddet konusunda başarılı ve belli bir kaliteyi yakalamış bir film. Şiddetin kalitesini getiren ise gerçekçi diyalogları ve kötü adamların harika oyunculuğuyla yaratılan gergin ortam. O korkunç ortam o derece iyi kurgulanmış ki, ben bir an için kendimi oradaki mağdurların yerine koyup düşünmeye ve heyecanlanmaya bile başladım. Filmin kötü adamları en başta Nejat İşler olmak üzere Erdal Beşikçioğlu, Hakan Boyav ve Serdar Orçin, her an perdeden çıkıp üzerimize gelecek kadar gerçeğe dönüşüyor ve her hareket gerginliği biraz daha yukarıya taşıyor. Bu noktada senaristlerin de hakkını vermek lazım; beni Türk filmlerinin tamamında etkileyen gerçekçilik, kullanılan ifadelerle daha da gerçek bir hale gelmiş. Kötü adamlar her gün sokakta gördüğümüz adamlar kadar gerçek ve gerilimi arttıran en önemli öğe de bu. Zayıf olan ise mağdurların oyunculuğu… Özellikle olay daha başlamadan önceki kısımla barda yaşananlar iki ayrı film kadar birbirine uzak. İlk kısımda mağdurları canlandıran Burak Altay ve Nergis Öztürk gibi isimler fazlasıyla yapmacık oyunculuklarıyla dikkatimizi çekiyor ama onlar da bar sahnelerinde olayın havasını yakalamışlar.

Filmde konu olarak dikkati çeken ilk şeyin ise sorgulanan adalet olduğu söylenebilir. Olay gerçekleşirken bize üç farklı adalet kavramı gösterilmiş: Birincisi mahkemedeki kararla sağlanan adalet, ikincisi kötü adamların hapishanede öldürülmesiyle tecelli eden ilahi adalet ve en nihayetinde kötü adamların kafasında yarattıkları adalet kurgusu. En ilgi çekici olan ise kuşkusuz üçüncüsü… Kötü adamlar, ilk önemli sahneden itibaren sürekli mağdurların imkanlarıyla kendi imkanlarını, onların toplum içindeki yeriyle kendi yerlerini, geleceklerini, seçimlerini kıyaslayarak bir mahkeme kurup hüküm veriyorlar. Bu bakımdan yaşanan olaylar bir nevi kötü adamların diğerlerine verdikleri ceza mahiyetinde. Mantık ne kadar doğru bilmiyorum ancak suçların bir kısmında suçluların bu şekilde hareket ettikleri de gerçek. Özellikle vahşete ve katliama dönüşen suçlarda, bilhassa seri katil hadiselerinde bu psikoloji kişiyi suça iten en önemli etken. Barda filminde ise bu psikoloji açık açık işlenmiş ve katil de olsa her kişinin kendince haklı sebepleri olduğu ortaya koyulmuş.

Filmde dikkat çeken ikinci nokta ise olayların rastlantısallığı… Mağdurları olayın için iten şeylerin sadece birkaç küçük tesadüf olması ve aslında az çok mükemmel hayatları olmasına rağmen dünyada başlarına gelebilecek en kötü şeyleri yaşamaları hep bu eksende şeyler. Hatta bu yorum genişletilerek yaşanılan pek çok şeyin nasıl kırılgan olduğu sonucuna da varılabilir. Barda kurban durumundaki kişiler, bin bir zorlukla o yaşlarına kadar kurdukları kendilerince dünyayı kaybederlerken aslında hayatlarından bir ömür boyu atamayacakları bir izin de sahibi oluyorlar; hem de hiçbir suçları yokken.

Filmde sıkça dile getirilen TGG-Tekrar Gözden Geçir Felsefesi ise açıkçası biraz havada kalmış ancak filmle beraber düşündüğümüzde kendimizce bazı anlamlara varabiliyoruz. Bilhassa kürtaj meselesi benim dikkatimi çeken konulardan biri; bazı şeylerin bedelinin suçsuzlara ödetilmeyeceği-ödetilmemesi gerektiği gibi bir sonuca varılabilir. Kısacası ya ben anlamadım ya da dediğim gibi fazlasıyla havada kalan ve filme yedirilemeyen bir mesaj olmuş. Yine de TGG olayını Serdar Akar’ın röportajlarında anlattıklarıyla beraber düşünürsek güzel bir fikir ve üzerinde düşünülmeye değer. Hayatımızda bir kez bakıp geçtiğimiz, bir daha düşünmediğimiz şeylerin aslında ne kadar önemli olduğunu, ya da o anlık fikirlerimizin gerçekle ne kadar farklı olabileceğini belki bu şekilde anlayabiliriz.

Sonuç olarak Serdar Akar, yine kendi çektiği Gemide filminin ardından ikinci kez gerilimiyle, argosuyla, şiddetiyle ve kendi filmlerine yaptığı göndermelerle kült bir film yapmayı başarmış. Barda yalnızca kötü adamları için bile izlenilebilecek ve içeriği üzerinde düşünülecek bir film. Ayrıca son olarak söylenmesi gereken bu filme ilham kaynağı olan şu hikayenin baş rolündeki adamların Rahşan Affı sayesinde aramızda olduğu…

Hiç yorum yok: