29 Eylül 2008 Pazartesi

MASUMİYET MÜZESİ

Öncelikle belirtmem gerekir ki yazının Orhan Pamuk ve kitabıyla pek bir alakası yok. Yalnızca kullanılan bu ifadeyi yazının konusuna uygun bulduğum için kullandım. Tüm ilişki bundan ibaret; dolayısıyla yazı ve kitap arasında bir bağıntı aramayınız, yanılırsınız.

Konumuza gelecek olursak…

Geride bıraktığım çok uzun olmayan yıllar boyunca ortalama bir insanınki kadar, belki de daha az yoğun bir sosyal yaşantım oldu. Öyle bir sürü insan tanıdım, hepsinden çok şey öğrendim diyecek bir vaziyette değilim. Henüz kendimi yetişkin ve olgun da saymayacağım için yaşadıklarımdan önemli dersler çıkarttım ve artık akıllandım da diyemem. Ama ve lakin bazen kendimi oldukça karmaşık ilişkiler içinde bulduğum ve bu durumlara anlam vermeye çalıştığım oldu. Doğru cevapları bulduğumu düşünmüyorum ancak olayların akışı, insanları tavrı, davranış biçimleri, onları böyle davranmaya iten sebepler üzerine çokça kafa yordum. Ayrıca hayatın akışı içinde kendimi bazen melek bazen şeytan rolünde hissettim; en azından ben bazen de olsa gerçekten iyiliğin peşinden koştum. Bu karmaşık hal de beni yine olaylar ve kendim üzerinde düşünmeye itti. Sonuçta henüz bilgi mertebesine erişemese de elimde kendimce naçizane tespitlerim var diyebilirim.
"benim ruhum bakire"
sertab erener

Dediğim gibi bazen kendimi oldukça karmaşık ilişkiler içinde buldum. Karmaşık ilişkilerden kasıt elbette böyle filmlere, dizilere malzeme olacak cinsten hadiseler değil; yalnızca insanın kime hak vereceğini bilemediği, işin içinden bir türlü çıkılamadığı durumlar gibi karmaşık ilişkiler… Olabildiğince bu karmaşanın karşı taraflarını dinlemeye özen gösterdim ya da bazen her iki tarafta bana yakın olduğundan her iki tarafı da dinlemek mecburiyetinde kaldım. Bazen de alakam olmayan mevzularda, merakımdan kaynaklanan eğilimle kendimce gözlemler yapmaya, hangi tarafın haklı olduğunu çıkarmaya, olayı kendi kafamda çözümlemeye çalıştım. Bunların yanında elbette bir de hayatta kendi adıma bazı kararlar almak zorunda kaldım. Dostlarım bilir, bazı zamanlarda, kendi adıma öylesine kritik karar verdim ki sonucunda meydana gelen yanlışlıkları enine boyuna düşünmeye mecbur oldum. Pişmanlığın getirdiği sorgulamalarla geçmişteki beni ve o zamanki değerlendirmemi, neyin yanlış gittiğini uzun uzun düşündüm.

Sonuçta ne oldu diye sorarsanız hem benim için, hem de yakından tanıdığım insanlar için geçerli olacak bir çıkarımda bulundum kendimce: Bıkmadan usanmadan sarılınan masumiyet. Üstelik öyle böyle, yalandan takılınan bir maske gibi değil; bildiğin kanlı canlı, vicdanı sonsuza kadar rahatlatan masumiyet. Ben dahil, neredeyse herkesin yaptığı en büyük yanlışlarda dahi mutlaka haklı bir yanının olduğunu fark ettim. Evet, herkes kendi haklı sebepleriyle bir işe bulaşıyor ve haliyle sonsuz boşlukta bir olay için bir değil, iki değil bazen milyonlarca doğru çıkabiliyordu. Doğrunun bu kadar çeşitlenmesinin elbette doğal sonucu da iyilik ve kötülüğün arasındaki çizginin yavaşça kaybolması ve insanın hem melek, hem de şeytan biçimlerinde oldukça başarılı roller sergilemesi oldu. Açıkçası diğerlerini bilmem ancak ben artık iyilik ve kötülük arasına bir çizgi koyma konusunda ve dolayısıyla iyi bir insan olmak adına adımlar atmakta zorlanıyorum. Her konuda ben masumum deyip işin içinden kurtulmak, üstün bir retorik kabiliyetle mümkün neredeyse… En azından bezen ben kendimi kandırabilecek kadar ustalaşıyorum bu konuda.
"aşk karşımızdakinin mahvettiğini sandığımızdır"
charles bukowski

Aslında işin boyutu küçük, tespit de öyle harikulade bir tespit değil. Mahkemede herkese eşit savunma hakkı verilmesi mesela, olayların göreceliliğinin durumu ne kadar değiştirebilir ve suçluyla masumun hangi şartlarda belirlenebilir olduğu ile alakalı bir mevzu. Etik konusunda da bu tip sıkıntıların olduğunu biliyoruz; örneğin Şehrazat hanımın, oğlunu kurtarmak için geceliği 150.000 $’dan patronuna vermesi gibi mevzularda, dizide de olsa, ahlak konusunda karşımıza büyük açmazlar çıkabiliyor. Şimdi kadın namusunu mu koruyacak, oğlunu mu yaşatacak, kim masum, kim suçlu vs. böyle mevzularda hepten karışır. Ancak benim derdim böyle büyük mevzularda değil küçük mevzularda sarılınan masumiyet. Çünkü büyüklerinin hesabı hep bir şekilde insanın içinde yara olur ancak küçükleri er ya da geç unutulacaktır. Oysa küçük mevzularda yapılan yanlışlar belki hiç hatırlanmaz ve insan kendini hiç suçlamadan kolayca üzerine geçiriverir masumiyeti.
"sevdiklerimize neden hep doğruları söyleyelim,
ya doğruları duyduklarında artık bizi sevmezlerse?"
cahil periler filminden

Hatalar, yanlışlar, suçlar aslında biraz da olayın baktığımız tarafıyla ilintili. Özellikle ikili ilişkilerde bu yüzden empati kurumu bu denli önemli. Çünkü masumiyet aslında kırılgan gibi gözükse de, pişmanlık insanlar kendi içinde kapandıkça ve kendilerini merkeze alan bir düşünce yapısına sahip oldukça daha da zor ortaya çıkan bir duygu. Herkes doğruyu kendisinin bildiğini, ya da doğrunun kendisinin bildiği gibi olduğunu savunup karşı tarafı suçlayarak kolayca muhafaza ve müdafaa ediyor masumiyetini. Hal böyle olunca anlaşmak-karşılıklı anlaşılabilmek** neredeyse imkansız hale geliyor. İşin açıkçası karşılaştığım en bilge insanlarda, hatta böylece atıp tutmama rağmen bende de karşılaşılabilen bu durum bu; çünkü doğru değişebilir, daha doğrusu biçim değiştirebilir bir şey.
"hatasız kul olmaz
hatamla sev beni..."
orhan gencebay

Beni bunları yazmaya iten asıl mevzu ise dinlediğim birkaç şarkı oldu… Otobüste öyle alelade bir radyodan müzik çalarken Kıraç’ın bırakma beni, insanlar kötü* deyişine şahit oldum. Kıraç bey, anladım ki, gezmiş-görmüş-öğrenmiş ve kendinin iyi bir insan olduğuna karar vermiş olacak ki böyle bir cümle sarf etmiş. Elbette adam şarkıya böyle bir sözü rast gele yazmış olabilir ancak genelde insanlar hissettiklerini dile getirdiklerinden bu sözü onun şahsında kabul ediyorum ve soruyorum: Ey yüce Kıraç, kimseyi incitmedin mi bugüne kadar, hep o sahip olduğun yüce ahlakı korudun mu, meşhur olmak için hiç mi karanlık-çirkin işlere bulaşmadın? Pekala olmuştur, hepimizin olur, önemli olan olmaması değildir bence iyiliğin ve masumiyetin öyle gelişi güzel kullanılmaması asıl önemli olandır. Hele ki bir insanın kendini iyi addetmesi resmen abesle iştigaldir.

Benzeri bir örneği de ülkemizin son yıllarda yetiştirdiği büyük filozoflardan Sagopa Kajmer*** üzerinden verelim. Bilindiği üzere son albümünün ismi Kötü İnsanları Tanıma Senesi… Sanırım kendisi ergenlerle fazla takılmış olacak ki, kendi dışındaki herkesten nefret etme eğilimi bu adamda da baş göstermiş. Birçok şarkısını dinledim, görüyorum ki yazık bir biçimde bir kendini beğenmişlik var bu tip davranışlarda. Oysa anlaşılması gereken şu var ki bu hayatta hiç kimse mükemmel değildir, herkesin kendince iyiliği-kötülüğü vardır. Sana istediğini vermedi ya da seni üzdü, sana yanlış yaptı diye bir insanın kötü olması mümkün değildir; kötülük olaylara bağımlı olacak derecede ufak bir meseleden ziyade çok az kişi de rastlanan bir ruh halidir. Seri katillerin bile karşımıza haklı sebepler koyabildiğini düşünürsek iyi ve kötü ele alınıp oynanamayacak kadar kırılgandır, bunu unutamamak gerekir.

Masumiyet, ekmek su kadar ihtiyacımız olan bir şey… Vicdan hepimizde neredeyse aynı sağlamlıkta ve kötülüğü kabul etmeyecek kadar dirençli bir yapıdadır. Haliyle belki bazen kendini kandıracak dahi olsa masumiyeti koruyacaktır, korumak zorundadır çünkü kimse kendinden nefret etmek istemez. Herkesin kendi içinde bir masumiyet müzesi vardır… Bu şekilde aynı olay için belki de yüzlerce doğru oluşur ve seninle aynı doğruyu paylaşmaması karşındakini kötü yapmaz. Sanırım iyiliği kendine has görenlerin de içlerindeki duvarları kırıp kendilerine söyledikleri yalanları görmeleri gerekir. Şahsi kanaatim asıl erdem en azından karşıdakini anlayabilme ve onun da haklı sebepleri olduğuna inanma niyetine sahip olmaktır.

----------------------------
*Bahsolunan şarkı Kıraç'ın Bırakma Beni şarkısıdır. Sözleri de Ümit Yaşar Oğuzcan'a ait, adam kaç defa intihar etmiş, nedeni belli...
**Aslında anlaşmak, karşılıklı olarak birbirini anlamak anlamına geliyor ancak burada karşılıklı anlaşmak gibi bir ifade kullanmak istemediğimden böyle bir ifadeyi-yinelemeyi tercih ettim
***Sagopa Kajmer, çeşitli şarkılarında divan edebiyatı şiirlerinden esinlemektedir. Şarkılarını dinleyenlerin bunu farkedecek birikimde olmaması sanırım onu avantajıdır. Böyle mi iyi insan olunuyor sevgili Sago??

Hiç yorum yok: