7 Eylül 2008 Pazar

SOYUNMA ODASI


Soyunma odasına ilk girenlerden biri benim… Terli formamla yüzümü silerken odanın köşesine, forma numaram yazılarak bana ait olduğu belirtilmiş olan bölüme doğru ilerliyorum ve oturuyorum. Arka tarafımda sezon başında çekilen fotoğrafım ve onun üzerinde büyük puntolarla yazılmış numaram var: 3. Bu numarayı altyapıdan A takıma yükseldiğim yıldan beri giyiyorum ve takım içindeki arkadaşların söylediğine göre bu numara savunmadaki güveni ve kaptanlığımı ifade ediyor. Tam yedi sezondur bu takımın kaptanıyım; kaptanlığı aynı benim gibi kulübün altyapıdan yetişen ve tüm kariyeri boyunca tek bir takım için ter dökmüş olan Aydın Reis’ten devraldım. Savunmada beraber oynadığımız yıllardan sonra bizzat kendisi işaret etmişti beni bu görev için. Onu kaptanlığa getiren ve kendisine Reis lakabını takan Timur Kaptan gibi, o da takım için son derece önemli olan kaptanlık mevkiine gelecek olan ismi, Ali Hoca’dan izin alarak bizzat belirledi. Burada işler böyle ilerlerdi…

Ve ben bunları düşünürken soyunma odasının aralık kapısından çıkış tünelinin sesleri geliyor. Kramponların zemine her dokunuşu başka bir gürültü koparıyor ve takım arkadaşlarım odaya yaklaştıkça artıyor bu sesler. Konuşmalar, şakayla karışık küfürleşmelerle gülüşmeler kramponlardan çıkan o rahatsız edici sesle birleşmiş ve tüm takım tek bir organizma gibi ilerliyor çıkış tünelinde. Takım ilk yarının hemen ortalarında ardı ardına gelen iki golle galip duruma geçti ve biz de kendi evimizde oynadığımızdan oldukça da rahatız. Tribünleri dolduran yaklaşık 20.000 kişi durumundan oldukça memnun ve bir dakika dahi susmadan bizi destekliyorlar. Futbol gibi kimi zaman oldukça kısırlaşan ve monotonlaşan bir oyunun her daim neşeli yönleri onlar… Kayıtsız şartsız sevgilerine karşı ise bir nevi vicdan borcu doğuyor üzerinize. Ender attığım gollerden sonra tribünlere koşup formamdaki mavili beyazlı armayı öptüğümde genellikle çılgın bir sevince boğuluyorlar. Bunu yapanın kim olduğu elbette çok önemli değil; bugün yeni transfer Suat’ın attığı golden sonra da benzer bir tepki verdiler. Ve Suat ile Fırat şimdi kapıdan girerlerken bu gol hakkında konuşup gülüşüyorlar. Fırat takımın sağ beki; kendisini amatör futbol yıllarında izleyen ve beğenip bu takıma alan Ali Hoca’ya verdiği sözü tutarcasına her sene rakip takımlar için biraz daha korkutucu hale geliyor. Henüz 23 yaşında ve ben bazen gece geç saatlerde tesislere geldiğimde onu serbest vuruş çalışırken görüyorum; bu gidişle bu ligde sayılı adamlardan biri olacak. O Suat’a geçen hafta İtalya’da, Avrupa’daki ilk galibiyetimizi alırken attığı golü anlatıp iki golü kıyas ediyor ve bana bakıp gülüyor.

Neredeyse tüm takım artık soyunma odasında ve herkes kendisine ait olan yere oturarak hocamızın gelmesini bekliyor. Sağ yanımda 4 numara İlker var; kendisi takımın ön liberosu. Sol yanımda ise Güven oturuyor… 17 yaşındaki bu genç takımımıza bu sene katıldı ve Ali Hoca ortama uyum sağlaması için ona soyunma odasında benim yanımdaki yeri verdi. Belki bugün son on dakikada oyuna girecek ve kendini göstermeye çalışacak. Yere bakarken bu veya buna benzer şeyleri düşünüyor olmalı ve ben de düşündüklerini hissettiğimden göz göze geldiğimde gülümsüyorum.

Kapı kapandıktan sonra birkaç dakika bekliyoruz hocamızın gelmesini. O arada yardımcısı Vefa Abi, kondisyon durumumuzu sorup ikinci yarı için planlar geliştirmeye çalışıyor. Tüm odayı dolduran ter kokusu ise, takımın sahada harcadığı eforun belirtisi gibi. Bazıları sıcakta pişen ayaklarını serinletmek için kramponlarını, bazıları ise tam manasıyla serinlemek için formasını çıkartmış. Suat formasını gösterip Rera’yla şakalaşıyor; Rera, geçen sene giydiği 16 numarayı bu sene 10 numara giydiği için Suat’a vermişti. Arjantinli Rera, bizim en büyük silahımız belki de ve tribünlerin de adeta taptığı bir isim. Şimdi Suat formasını göstererek formanın ona şanslı geldiğini söylüyor.

Kapı açlıp Ali Hoca girdiğinde ise hepimiz susuyoruz. Ben ayağa kalkıp Hoca’nın tebriklerini kabul ediyorum. Hoca, skor konusundaki memnuniyetini ve tribünlerdeki güzel atmosferi anlatarak neşelendiriyor bizi. Devre arasının bitmesine artık beş dakika varken ikinci yarıda nasıl oynayacağımızdan ve değişikliklerden bahsediyor. İki oyuncu değişikliği yapıyor ve sezon için oldukça önemli olan bu maçta artık kendisi için klasikleşmiş bir biçimde iki genç arkadaşı oyuna sürüyor. Bir benim hemen yanımda oturan Güven ve diğeri de hemen karşımda oturan Yücel; ikisi de henüz 17 yaşında. Onlar ayağa kalkıp formalarını giyerken Hoca, omuzlarına binen yükü hafifletmeye çalışıyor. Bu takımda birkaç yıl geçirmiş olan herkes o çocuklar sahaya adım atar atmaz tribünlerde inanılmaz bir sevinç dalgası olacağını biliyor. Çünkü taraftar gençleri izlerken dünyanın en büyük yıldızlarını izlermişçesine heyecanlanıyor. Ali Hoca ise bunu hatırlatıp o tribündekiler için oynamaları gerektiğini, onların büyük beklentileri olmadığını ve yapacakları her doğru şeyin bu tribünlerde kendilerine karşı büyük bir sevgi doğuracağını anlatıyor. Sonra bize dönüp bu gençler için söylediği her şeyin bizim için de olduğunu söylüyor. Ardından Vefa Abi, kapıyı açıyor ve içeriye dolan tezahüratlarla beraber soyunma odasından ayrılıyoruz.

Tam çıkacakken Ali Hoca beni durdurup “Maçı rölantiye alın ve rakibi fazla zorlamayın, daha fazla ezilmelerine gerek yok” diyor. Talimatını kafamla oynadıktan sonra basamaklardan sahaya doğru tırmanıyorum… Kramponlarımdan gelen ses gittikçe belirsizleşiyor ve yerini seyircilerin çığlıklarına bırakıyor. Gözüme stadın ışıkları dolarken hakemin ikinci yarıyı başlatan düdüğünü duyuyorum.

Hiç yorum yok: