1 Nisan 2009 Çarşamba

IŞIK VALSİ


Gecenin bir köründe, çok ama çok uzaklarda, sanki bir ışık yanıp söner; bir daha bakarsın ama göremezsin. Oysa ki orada olduğunu bilmeye ihtiyacın da vardır, gözlerinde, zihninde izi kalmıştır çünkü, çünkü dikkatle bakınca göremezsin ama o mavili pembeli ışıltılar yine de yanar durur. Düşünürsün acaba nedir diye, bir araba mıdır, ya da bir evin ışığı, belki de bir fotoğraf makinesinin flaşı; kimbilir?

Ve içimde bir çocuk bağırır aşk budur diye!

Bak yine başladılar diyorum ve gülümsüyorum…

Gülerim çünkü seni ben, mesafeye, uzaklara boğulmuş bir aşkta gerçeğin karanlığında bir yanıp bir sönen ve bir daha da görülmeyen ışığa tutkun adam gibi merakla sahiplenirim. Yazdıklarıma baktıkça utanırım bir de. Merak ederim, sorularım canlanır tabiatında, sana dair hisleri duydukça.

Seni gördükçe niye mutlu olurum ben, sen gülünce neden bir anda ölecekmişim gibi gelir? Beni dinlerken, asıyorsun ya suratını birden, neden korkarım o kadar, seni üzmüş olma ihtimali nasıl da bitiverir hemen yanı başımda? Sigaraya veya envai meylere, hastalıklı bir tutkuyla teslim olanlar, onlar olmaksızın yaşayamayanların da hali böyle midir? Müptela olmak mı denir buna?

Hah, gülüyorum şimdi de bak: Bu muymuş aşk dedikleri?

Gözlerini, dudaklarını, tenini kaplayan gülüşünü bir daha görmek için gözlerimi ayırmıyorum senden. İstiyorum ki o ışık gibi kayboluverme hemen sen de. Sen kaybolsan da bir izin kalsın aklımda, yüzünü ezberliyorum kendimden habersiz, bir gün kaybedersem seni, seni anlatan hikâyeler yazacağım. Yine de kaybolma sen, kaybolursan, nasıl gözlerimi dikiyorsam gecenin karanlığına, hasretin içine de öyle dalıvereceğim. Kaybolan sevgililerin ardından, âşıklar hasrete dalarlarmış sevdiklerinden bir iz bulmak için; ben de emsallerimi takip edeceğim.

Karanlığa bakarım yüzyıllar boyu, hiç ayırmam gözlerimi ondan, belki bir gün gelir kör olduğuma inanırım. Gördüğüm son şey hasretin diye mutlu oluveririm; sonra, belki yine çok uzun yıllar sonra, bir ışık görünüp kayboluverir, aklıma sen düşersin. Geceleri okyanuslarda yüzerim ben, en dipte, yıldızların ve mehtabın uzanamayacağı bir köşede, kendimi soğuk suya teslim ederim. Gözlerimi açarım, tuzlu su yakar beni, cezalandırır. Hıphızlı yüzer, yüzeye ulaşırım. Mehtabı görünce, görebildiğime şükrederim.

Bugün göremedim seni ama belki yarın sen olursun gördüğüm.

Işıkları kapatırım, seni düşlerim… Yüzün gelmez aklıma, unutmuş olamam. Unutmuşum ama… Olamaz ki; unutsam gecelerce rüyalarda görebilir miydim hiç? Bilinmez ki cevabı. Unuttum mu sahiden, unutsam o ışık nasıl hatırlatacaktı seni bana. Yüzün bir görülür, bir kaybolur gözlerimde…

Gülerim; derim ki aşk denen şey bu muymuş?

Sonra içimden, derinden bir sızı cevap verir bana. Canım yanar. Ne bu, ne de bir başkasıdır aşk, ne senin gördüğündür, ne de başkasının ki! Göremezsin, tadamazsın ama bilirsin ki sokağa çıkarken üzerine geçirdiği elbisesidir ele avuca sığmaz afacan hayaller; ne sen kelimelerle anlatabilirsin onu, ne de bir başkası anlar. Ama herkese bir pay düşer ondan, herkesin elinde, avucunda, dudaklarında, tenhalarında bir iz kalıverir ondan. Bunu da adın gibi bilirsin…

Sonra anlarım, benim payıma da düşen budur. Her simada onu bulduğunu düşünmek ama asla dokunamamaktır. Her tende onu koklamak ama tadını duyamamaktır. Herkese anlattığım bir şeydir ama dinlemediğim, bilmediğimdir. Bir ışık yanıp söner uzakta, hadi şimdi yazacaksın aşka dair üç beş kelime der. Aklıma bir soru daha düşer: Neden seni düşündükçe hikayeler yazmak isterim ben; aslında içlerinde ne sen olursun, ne de ben ama ikimizde varızdır o hikayelerde. Oturup yazarım, yazınca, yazdıkça onun yüzünü görür gibi olurum. Hayallere dalarım, sanırım ki hayaller aşksızlığa bir teselli olur.

Ama yalandır hepsi, hem de ne yalan!

Çünkü benim canım yanar yine: Çünkü tüm teselliler, müsebbibi acılarımı hatırlatır.

Hiç yorum yok: