12 Temmuz 2009 Pazar

KARA KİTAP


“Öyle ki sırf bu heyecanla on beş yıldır ilk defa bir buluşumu bütün ayrıntılarıyla kanıtlayan bir yazıyı kaleme alıp yayımlatmayı düşündüm; ama hemen de kararımdan vazgeçtim. Çünkü yaşadığımız hayatın bir başkasının düşü olduğunu kanıtlamanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini de biliyorum artık.”

Kuş uçmaz kervan geçmez bir Doğu Anadolu dağına yerleşerek iki yüz yıl boyunca kendilerini Kafdağı’na götürecek yolculuğun hazırlığını yapan Zehriban aşiretinin hikayesini anlattı sonra Saim. Hiçbir zaman çıkamayacakları bu Kafdağı’na yolcuğuluk düşüncesinin üç yüz yirmi yıl önceki bir rüya kitabından alınmış olması ya da bu gerçeği kuşaktan kuşağa sır gibi taşıyan şeyhlerin zaten Kafdağı’na hiç gitmemek için Osmanlı’yla anlaşmış olması neyi değiştirirdi ki? Küçük Anadolu kasabalarındaki sinemaları pazar öğleden sonra dolduran erkeklere, seyrettikleri tarihi filmdeki yiğit Türk savaşçısına zehirli şarap içirmeye çalışan perdedeki fitneci ve tarihi papazın gerçek hayatta İslam’a bağlı, alçak gönüllü bir oyuncu olduğunu anlatmak, bu insanların tek eğlenceleri olan öfkelerinin tadını kaçırmaktan başka bir sonuç verir miydi? (…) Yüzyıllardır aradıkları altını hiç bulamayacaklarını bilmeleri de simyacıların mutsuzluğu değil, varlık nedeniydi çünkü. Modern illüzyonist, istediği kadar yaptığı işin bir hilesi olduğunu söylesin, onu heyecanla izleyen seyirci, bir an olsun, böyle bir büyüyle karşılaştığını sanabildiği için mutlu oluyordu. Bir çok genç, hayatlarının bir döneminde işittikleri bir sözün, bir hikayenin, birlikte okudukları bir kitabın etkisiyle aşık oluyorlar, aynı heyecanla sevgilileriyle evleniyorlar ve hayatlarının geri kalanında bu yanılsamayı hiçbir zaman anlamadan mutlulukla yaşıyorlardı. Karısı sabah kahvaltısı için masanın üzerindekileri toplarken, sofrayı kurarken, Saim kapının altından atılmış günlük gazeteleri okurken, yazıların, bütün yazıların hayattan değil, sırf yazı oldukları için, en sonunda birer düşten söz açtıklarını bilmenin de hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini söyledi.


Orhan Pamuk, Kara Kitap; sayfa 85 ve 86

Hiç yorum yok: