1 Eylül 2009 Salı

İNTİKAM


Et tu, Brute?
Then fall, Caesar.

Sen de mi Brütüs,
Öyleyse yıkıl Sezar…


Böyle mi dedi tam olarak yüce Roma İmparatoru, nam-ı diğer Divus Iulius, yani Tanrı’nın oğlu Jul Sezar, suikastçıların arasında çok güvendiği Brütüs’ü gördüğünde? Bunu tam olarak bilmemiz mümkün değil tabii, yalnızca bir takım iddialar var ortada; suikast sırasında senatoda olan diğerlerinin anılarından, Romalı tarihçilerin fikirlerinden ötede yalnız bir de Shakespeare’in bu yarı Latince, yarı İngilizce dizeleri var elimizde, tarihe mal olmuş. Hayatının neredeyse yarısını kâh Galya’da barbarların, kâh İtalya’da politik düşmanlarının karşısında savaşlarda geçirmiş, hemen her savaştan, mücadeleden galip ayrılarak sürekli yükselmiş bir komutanın, kısa sürede halkın sevgisini kazanarak hayal ettiğinin ötesinde payeleri elde etmiş bir siyaset adamının, çaresizce sarf edilmiş lakin fakat her ne hikmetse bir o kadar vakarlı, her kelimesi buram buram intikam kokan sözleri…

Ne bir küfür, ne bir sitem; evet, yalnızca intikam… Çünkü soğuk yenen bir yemek olması bir yana insanın doğasının en belli başlı problemlerinden biri olan intikamı, asaletine yakışır bir biçimde alıyor Sezar; zira intikam nihayetinde karşındakine kendi yaşadığı acının benzerini, hatta daha fazlasını yaşatabilmek üzerine kurulmuş, alçakça bir duygu oyunu. Shakespeare’in ünlü dizelerine burada yer vermemin sebebi de onun her zaman illa da karşı tarafın canını yakmak yerine onun duygularına, vicdanına seslenmek suretiyle de yapılabileceğini göstermek. Şüphesiz ister gerçek, ister mecazi anlamda düşünün, her şekilde daha az kanlı ve daha etkili bir bahsettiğimiz; senin canını yakan kişinin canını yakmak yerine, bazen bir gülümseme, bazen yalnızca tek bir gözyaşıyla, bazen böylesine bir nükteyle yaşadığın acının karşındakine boyutunu hissettirebilmek… Duygu sömürüsüne veya duygusal katliama girişmeden karşındakinde derin izler bırakabilmek gibi. Ve burada Sezar’ın başka bir intikam seçeneğinin olmaması da manidar; yaşasa kendisine suikast teşebbüsünde bulunanlardan intikamını en kanlı, en vahşi şekilde alacak olsa da ne yazık ki böyle bir imkânı bulunmadığından, son gücüyle böyle bir darbe vurabiliyor ancak…

Bence işin üstesinden de geliyor…

Çünkü intikam, karşındakini yıldıracak raddede olmadıkça bir türlü sonu gelmeyecek bir kısır döngü yaratıyor ki sormayın gitsin… İnsanlar tüm enerjilerini karşısındakine bir darbe daha vurabilmek için harcıyorlar. Sonra o darbe bir başkasını, o da bir başkasını doğuruyor. Oysa yalnızca karşısındakinin vicdanına seslenmeyi, ona yaptığı şeylerin kendisine nasıl zarar verdiğini anlatmayı deneseler belki bir çözüm bulunacak. Sakın anlamaz deyip geçmeyin; nasıl intikam alınacak kişinin en zayıf noktasını saptanıp buna göre hareket ediliyorsa, pekâlâ o en zayıf noktadan asil, mağrur bir dokunuş yapmak mümkün olabilir. Keza öyle bir an geliyor ki bir gülümseme, o bir tek gözyaşı, bir sözcük insana çok şeyler ifade edebiliyor; duygu sömürüleri, birbiri ardına inen sillelerden köseleye dönmüş suratlar, küfürlerle artık acıya alışan bünyeler böylesine bir tavır karşısında bir anda özüne dönebiliyor. Çünkü öylesine alıştık ki aşağılanmalara, aldatılmalara, hakarete uğramalara, artık kim ne söylerse söylesin hiçbirimiz için bir anlam ifade edemiyor.

Unutulup giden okkalı küfürlerin, çirkef saldırıların yanında böyle sözler ise –ister Romalı tarihçi Suetonius'un aktardığı gibi Kai su, teknon, ister Shakespeare’in yazdığı gibi Et du Brute demiş, isterse Plutarch’ın aktardığı gibi hiçbir şey yapmaksızın yalnız togasını başına çekmiş olsun- büyük imparatordan geriye kendisine layık bir hatıra olarak kalıyor.

Hiç yorum yok: