30 Aralık 2008 Salı

İNSANLIK AYIBI

Televizyonlar bangır bangır bağırıyor bir şeyler; birileri Ermenilerden özür dilemiş, İsrail bilmem kaç oldu Gazze’ye girip çocuklara kıymış, araştırma yapmışlar da Türkiye’de farklı olmak zormuş… Bir bu ülkede her gün arasında dolaştığı insanların onuruyla oynayan, evlenmeden birileriyle yatan, sofrasından şarabı eksik etmeyen kendini nimetten sanıyor. Sebep? Toplumsal değerlerin üzerine çıkmış olmak, aydın olmak da zaten işte tüm bu değerleri donunda sallamış olmakla ölçülüyor. Saçını kızıla boyatan, sokakta mini etek giyip dolaşan, üniversitenin çimenlerine sermiş kendini on sekizlik çıtır götüren, sahilde bira içen, hapı yutup delicesine dans eden farklı diyor kendine; ben her gün yabancı dizilerde, orada burada şurada görmekten bıktım onları, bu ülkede on beş milyon insan farklı olmak adına aynı ayakkabıyı giyiyor da sıfatından utanmıyor. İçinize sıçayım da sizin, o farklı rengarenk dünyanıza bir renk de benden gelsin! Ah siz marjinaller yok musunuz hepiniz aynısınız…

Ben de zaten düşünmüyorum artık sizi, camı açıp yağan karı seyrediyorum öylece, içim huzur doldu dolacak da lakin şu hissi içimden atamıyorum. Düpedüz utanıyorum kendimden. Neden? Sizleri sevemediğim için utanıyorum, birbirimizi sevemeyişimizden utanıyorum. Nasıl sevelim ama, bize sevgi mi öğretiliyor… Bu dünyada eğitim demeye kalmadan, hayat deyince önce haklar öğretiliyor. O haklar ki beni senden, seni benden koruyor, duvarların ardına koyuyor da bizi öyle yaşıyoruz. Aksi halde ölüp tükeneceğiz... Aha bak şu dünyaya, bu koca dünya böyle şimdi, elimde bir demet hak beni senden ondan bundan koruyor. Kendimize düşmanız, ona ne çare peki, sen benim zihnime tecavüz ediyorsun her gün, bu ne yapmalı? İnsan sevmeyi bilmeyince, ancak bir duvar durduruyor onu, gerisi kar etmiyor. Koca bir yalan; demir sopa hem zincirlerle bağlandığımız kazık, hem kafamıza inen darbenin acı öznesi. Hukuka birbirini sevmeyen, içinde birbirlerine her an zarar verme tehlikesi olan bireyler bulunduran toplumların ihtiyaç duyduğunu kimse mi görmüyor? Öğrendikçe unutuyoruz; yasalarda saygıyı bulacağımıza sayfalar dolusu bok püsürün arkasına sığınıp özgürlüğün, saygısızlığın sınırına dayanıyoruz. İnsanlık büyüdükçe, dünya yaşlandıkça o yalanlar büyüyor, o demir çubuk uzuyor! Tam içimize bağdaş kurup oturmuş değerlerimiz kifayetsiz uzayan yalanın yanında. Dün ve bugün ailesi, milleti için ölenler ayıplanıyor, aptal yerine konuyor da, dünya çapında barış ve kardeşlik için ölenler kutsanıyor. Milleti için ölmeyen adam hangi kardeşlik için ölür; komşusunu sevemeyen adam, Çin’deki insanı nasıl sever, buradakinin dinine örfüne adetine ahlakına saygı göstermeyen oradakinin nesine saygı duyar? Maksat insanlık olsun… Böyle dersen işte kendine göğsünü gererekten farklı diyen, başkaları beni farklı gördü diye yaygarayı basar; onlar beni sevmiyor, beni istemiyor, bizi yok etmeyi istiyor demekten daha büyük ayrımcılık var mı? Ötekileştirmeyse, işte siz yapıyorsunuz babasını… Bu dünya çok devirler gördü ama bir bu yeniler, bir bok biliyor da cahil yerine koyuyor anasını atasını. Bir insanı cahilliği ile küçümseyen, hangi insana saygı duysun? Koskoca bir nesil, bir alem insan, ağızlarında özgürlük, kardeşlik ve barış diyerek geçmişini çiğniyor; onu bunu değil kendisi ezip geçtiği. Çocuk oyuncağı gibi oynadığı değerlerin sahibinden saygı bekliyor, senin kime ne faydan var ki?

Dünya pis kokmaya mı yaşlandıkça anlamadım; biz çirkinleştikçe ağır geliyor bu makyaj tenimize. Çeçenistan, Bosna, Gazze, yanımızda hemen Irak… Patlamış dünyanın bağırsakları, etrafı bok götürüyor. Biz kokuştukça basıyorlar parfümü, her taraf leş gibi insan hakları kokuyor. Kandırılıp öldürüyor insanlar, bir ona çare bulamazken sen medeniyetinle övün dur hele. İnsanlık şöyle bir bakıyor da geçmişe kendinle gurur duyuyor. Ne çok şey keşfettik, ne çok şey icat ettik, atomu bile parçaladık, böyle kanunlar yapıp eşcinselliği bile tanıdık, aştık kendimizi, değerlerimizin üzerine çıktık, dünyanın bir ucundaki insanla konuşabiliyoruz artık, her şey ne güzel değil mi? Hepsinin canı cehenneme, sorarım sana dünyayı daha güzel bir yer yapabildik mi? Sen oğlunu, sevdiğini anlamıyorken, dünyanın öbür ucundaki insanla konuşsan ne anlamı olur bunun, sorarım sana insanlık! O Ermenilerden özür dileyecek kadar geniş görüşlü aydın kişiler, aynaya bakınca artık kendini değil, o başka birilerinin taklitçisi aydının mertebesine erişmiş yüce kişiyi görüyor. Senin medeniyet dediğin, evlerimizin baş köşesine koyduklarımızdan eksiklik akar bize ancak; sokakta gördüğün kız, kendini televizyondaki mankenlerle kıyaslıyorsa, eksikliğinden bunaldığı şeyleri aşmak için her gördüğü erkeğe verecektir, vermiştir. O erkek de televizyona bakıp bakıp, her gün hissediyorsa koynundaki bir hatunun eksikliğini, kim ne veriyorsa alacaktır… Sen yılbaşındaki toplu tacizler için, bunlar hayvan, bunlar cahil deyip duracağına kaldır o adamın gözünün önünden o kadınları; o bacakları, o göğüsleri sokup durma adamın aklına! Herkes elinde bir hak gezip duruyor elinde sonra: Birinde gösterme hakkı, ötekisinde bakma hakkı, televizyonlarda medeniyetin doruklarındaki o baldan tatlı hissi reklamlarında çıplak manken kullanarak yansıtma hakkı, birinde gösterip vermemenin haklı gururu, ötekinde yazsan satırlar boyu belden aşağı hayal mahsulü… Oynuyorsunuz insanlarla, kıldan ince keskin yakıcı insan nefsiyle oyun oynuyorsunuz, sapıklar, tacizciler adlı başını yürüdü. Aklını sikiyorsunuz milletin sabahtan akşama kadar da, adam sikilmiş haşat olmuş iradesine sahip çıkamayınca suçlusu siz olmuyorsunuz. Uçkurla da sınırlı değil mesele; insanlık, sizin filmleriniz dizileriniz sayesinde sevgiye, dostluğa, arkadaşlığa aç geziyor sokakta. Sizin ekranlarınızda sevilenler, sayılanlar hep aynı kotları giyip, aynı şeyleri yapıyor… Okul okumadan mezun olup bin türlü bokun içinden sinirleri yıpranmadan çıkıyor; çocuk oyuncağına çevirdiniz hayatı da nedense televizyonlardaki hayatı kimse bulamıyor.

Utanıyorum kendimden; bu kadar bilginin içinde, bu kadar tecrübenin içinde ne yapacağımı bilmeden, bilgiye aç yaşadığıma utanıyorum. Biri kardeş, dost demesin, inanın sevinçten gözlerim doluyor da sonrası büyük hayalkırıklığı oluyor. Olmasa ne olacak; her bakışında, her gülüşünde hissediliyor o patlayan bağırsakların kokusu, bu insanlık yıllardır uyuşturuculara, fuhşa, ordular boyu katliama, izbe jinekologlarda çöpe atılan ceninlere, açlığa, bok gibi suyu içmeye mahkum edilmiş insanlara, bitip tükenmek bilmeyen hastalıklara çare bulamıyor da hala kendini bir bok biliyor sanıyor… Bu kadar insan, türlü türlü mikrobun içinde mutluluğu ararken, dünyadan kopup gitmek adına sanal alemlerde kendini kaybederken halen bir medeniyetten, tüm dünyayı saran sevgiden söz ediliyor. Böylesine aptallaşmış bize yazıklar olsun.


Hiç yorum yok: