
Nereden gelir? Nasıl birden bire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, “Buyurunuz efendim, bendeniz artık hevesimi aldı. Sizin olsun, belki bir işinize yarar!” diye hediye mi ederiz? Yoksa masallarda, duvar diplerinde birdenbire parlayan, fakat yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birdenbire kömür veya toprak yığını haline giren o büyülü hazinelere mi benzer? Bir türlü anlayamadım.
Nihayet şu kanata vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. Hürriyet aşkı, -haydi Halit Ayarcı’nın sevdiği kelime ile söyleyeyim, nasıl olsa artık beni ayıplayamaz, kendine ait lügati kullandığım için benimle alay edemez!- bir nevi snobizmden başka bir şey değildir. Hakikaten muhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık sık gelişlerinden birinde adamakıllı yakalar, bir daha gözümüzün önünden ayırmazdık. Ne gezer? Daha geldiğinin ertesi günü ortada yoktur. Ve işin garibi biz de yokluğuna pek çabuk alışıyoruz. Kıraat kitaplarında birkaç manzume, resmî nutuklarda adının anılması kafi geliyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Entsitüsü;
sayfa 24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder