23 Aralık 2008 Salı

YENİ HAYAT


Çok okudum, yalnız bütün hayatımı değiştiren kitabı değil başka kitapları da. Okurken ama, kırık hayatıma derin bir anlam vermeye, bir teselli aramaya, hatta hüznün güzel ve saygıdeğer yanını aramaya kalkışmadım hiç. Çehov’ai o yetenekli, verimli ve alçakgönüllü Rus’a sevgi ve hayranlıktan başka ne duyabilir insan? Ama boşa gitmiş kırık ve kederli hayatlarını Çehovcu denen bir duyarlılıkla estetikleştiren, hayatlarının sefaletinden böbürlene böbürlene bir güzellik, bir yücelik duygusu alan okurlar için üzülür, bu okurların teselli ihtiyacını karşılamayı bir kariyere dönüştüren işbilir yazarlardan da nefret ederim. Bu yüzden pek çok çağdaş romanı ve hikayeyi bitiremeden yarıda bıraktım. Ah atıyla konuşarak yalnızlıktan kurtulmaya çalışan kederli adam. Vah, sevgisini durup durup suladığı saksıdaki çiçeklere veren içi geçmiş beyzade. Vay, eski eşyalar arasında hiçbir zaman gelmeyecek, ne bileyim bir mektubu, bir eski sevgiliyi ya da anlayışsız kızını bekleyen adam. Bize durmadan yaralarını ve acılarını teşhir eden bu kahramanları Çehov’dan kabalaştırarak araklayıp başka coğrafyalar ve iklimlerde bize sunan yazarlkar da aslında ağız birliği etmişçesine şunu demek isterler: Bakın, bize, acılarımıza ve yaralarımıza bakın; biz ne kadar hassas, ne kadar ince, ne kadar özeliz! Acılar bizi sizlerden çok ince ve duyarlı kıldı. Siz de bizim gibi olmak, sefaletinizi bir üstünlük duygusuna çevirmek istiyorsunuz değil mi? Öyleyse inanın bize, bizim acılarımızın hayatın sıradan hazlarından daha zevkli olduğuna inanın yeter.

Okur, işte bu yüzden, senden hiç de fazla hassas olmayan bana değil, anlattığım hikayenin şiddetine, benim acılarıma değil de dünyanın acımasızlığına inan. Hem zaten, roman denen modern oyuncak, Batı medeniyetinin bu en büyük buluşu, bizim işimiz değil. Bu sayfaların içinde okurun benim sesimi kart kart duyması da, artık kitaplarla kirlenmiş, iri düşüncelerle bayağılaşmış bir düzlemden konuştuğum için değil, bu yabancı oyuncağın içinde nasıl gezineceğimi hala bir türlü çıkaramadığım için.

Orhan Pamuk, Yeni Hayat; Sayfa 226 ve 227



Bazı insanları oturup her konuda, uzun uzun konuşabildiğim için, bazılarını ise söyledikleri sözlerin ardından söylenecek bir şey bırakmadıkları için seviyorum. Dilimize dolanıp duran ama bir türlü kelimelere dökülememiş şeyleri, ifade edebilmek kadar büyük bir meziyet var mı şu hayatta?

Hiç yorum yok: