
Onu bekliyoruz… İlkbahar ya da sonbahar yağmurlarının ıslattığı sokakları adımlarken, onun eksiliğini hissediyoruz ta derinimizde. İlkbahar ya da sonbahar diyorum, çünkü fark etmiyor mevsimler. İnsanın içindeki boşluğa acımasız bir rüzgârın dolması ve bizi içten, en içten bir titreyişle yıkması için hava sıcaklığının ne olduğu, hiç fark etmiyor. Bu yüzden, içimizi ısıtsın diye onu bekliyoruz.
Saçlarını salarak güzelliğine güzellik katmış komşu kızın tazeliğinde; birer ucundan tutularak kardeş payı yapılan ilk aşkın suç ortağında, onun çocuksu tavrında; ilkokul öğretmenimizin vücudunun bize alışılmadık gelen kıvrımlarını keşfederken, her çizgide hissedilen olgunlukta; hayatın her köşesine saçılmış aşkın ve sonra tutkunun, sonra şehvetin bin bir suretinde olmayanın ne olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Hayatın eksik kalan parçalarından birinde bulacağız onu muhakkak. O kaldırımlarda aniden karşımıza çıksın istiyoruz. Filmlerde, dizilerde, fotoromanlarda hep böyle olur; bir değişiklik olacaksa eğer hayatımızda aniden olsun istiyoruz. Evet, ne olacaksa aniden olmalı böyle ve eğer olacaksa, hepsi onun suretinde görülmeli önce. Kimseye benzememeli o; hiç kimseye benzememeli ki bizi kimsenin bilmediği diyarlara götürebilsin. Onun gözlerinden kayıp kıtaların, masallarda anlatılan ve sokakları beyaz mermerlerle kaplı şehirlerin yolunu görmek istiyoruz. O gözler, bilinmeyene açılan birer kapı olmalı. Fark etmez, biz gidip bulabiliriz onu… Ama en önce melek en azından bir kere gözümüze görünsün istiyoruz. Bu yüzden, uzun yolculuklarda merakla bakıyoruz otobüsün camından karşı otobüsün camına; oradaki suretlerden birinde o işareti bulabilmeyi umut ediyoruz. Orada olması şart değil; biz her halükarda, onun izlerini arıyoruz sağda solda. Okuldan yeni çıkmış çocukların bıkkınlık dolu gözlerinde, ilk aşkın heyecanına dair ipuçları bulduğumuz da onu bulmuş kadar seviniyoruz hatta. Evet, bu hayatta akla mantığa sığmayacak şeyler var hala. Kalabalık şehirlerde bu umudun ayak izlerine basarak yürüyoruz.
Bizi kurtaracak, yüzündeki derin mana, farklı güzelliği ve peri kızlarına has asaleti ile bizi kurtaracağını bilmenin heyecanı içindeyiz. Onu bulamadığımız her dakika içine gömüldüğümüz karamsarlığı yırtıp çıkmak için tetikte bekliyoruz. Bir teslimiyet gibi bu bekleyiş, arayışlar her mahalleye, her sokağa yayılmışken, içimiz içimize sığmıyorken, bir anlamda beklemeğe denk bu tavır, kanlarımızı donduruyor. Kalabalığa baktığımda bir an önce harekete geçip ona ulaşmak için sabırsızlananların haletiruhiyesini yüzlerinden okuyorum. Ama ben ve birkaç kişi, durduruyoruz onları güç bela; hayır, son umudumuzu böyle hunharca harcamaya razı değiliz. Saflarda dalgalanarak yayılıyor atalet ve umutsuzluğa dönüşüyor. Biz güneşin bulutların ardına değin ulaşan parlaklığında, bu hayattaki her suretten farklı, en çok da bize benzemeyen o sureti bekliyoruz ve o bu hayata olan uzaklığını, bekleyişi uzatarak gösteriyor. Bekleyişin bıkkınlığına bulanan teyakkuzun ürkütücü suretinde, onun emsalsiz güzelliğini arıyoruz.
Haberler düşüyor ajanslara kimi zaman; gazete ve radyolarda, televizyonlarda, haftalarca onu bulduklarını iddia eden haberler yayımlanıyor. Dünyanın dört bir muhabirler telefonlar yağdırıyorlar merkezlerine ve gizliden haberler sızdırılıyor onu bulduklarını dair. Telefon her çaldığında, onu bizden evvel bulmuş olduklarının haberini almanın korkusuyla ellerim titreyerek kaldırıyorum ahizeyi. Kimileri onu dergilerin parlak kâğıtlarında bulduklarını, ona illaki bir dükkânın vitrininde rastlamış olduklarını, olabileceklerini iddia ediyorlar. Umudumuza vurulan her darbede, aslında hem onu bulduğumuz için seviniyor, hem de onu bulanlar başkaları olduğu için üzülüyoruz. Her şeyden evvel, evet, soğukkanlılığımızı korumamıza ihtiyaç var; bunu biliyoruz. Karanlık gecelerde, gözlerimizi kapayıp hayallere daldığımızda onun bizi er ya da geç bulacağını, belki de bir gazete kupüründe çoktan rastlaşmış olduğumuzu düşlüyoruz. Böyle koruyoruz sükûnetimizi; kaybedecek ondan daha değerli bir şey olmadığımızı da adımız gibi bildiğimizden. Hayatta bir yokluğun tadını, yokluğa dönüşecek bir bekleyişin yollarında hissediyoruz yalnızca.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder