13 Eylül 2009 Pazar

BABAM ve OĞLUM


Türk sinemasının sıkıntısı kötü oyunculuk olmadı hiçbir zaman; yaklaşık altmış yıllık sinema tarihimizde geriye dönüp şöyle bir bakarsak her dönem yetenekleriyle sivrilmiş, hatta harikalar yaratmış onlarca isme rastlamak mümkün. Türk seyircisi hiçbir zaman orijinal senaryoyu, dahiyane kurguyu, usta yönetmenleri de dert etmedi; yirmi otuz yıl boyunca birbirine benzer konulu filmleri, aynı müziklerle, aynı oyuncularla izledi; birbirine benzer sonlara hep şaşırdı, aynı yerlerde ağlayıp aynı yerlerde güldü. Zengin kız - fakir çocuk, saf ama güzel kızla kötü adamlar, köyden kente göçen temiz yürekli insanlar, yani hakikaten o çağda yaşanan dramlar defalarca izlendi. Buna rağmen hiçbir zaman sıkılmadı…

Sonra yaklaşık yirmi yıllık bir karanlık çağ başladı sinemada: Seksenlerdeki şu meşhur erotik film furyası… Bunu, deminki iddiamızın halefine olarak sinemadaki monotonluğa da bağlayan var, o yıllardaki hızlı kentleşmeyle ilintili olarak ortaya çıktığını söyleyen de. Nedeni ne olursa olsun şu açık: burada sinema bir kırılma yaşadı, öncesinde cinselliği hep bir iki öpücükten ibaret gösteren o duygusal, masum filmlerin yerini bu sefer, tam tersine erotik filmler aldı. Ama bir şey hiç değişmedi. Erotizmden ötede bir mizah öğesi vardı ortada; bunu, o yılların erotik filmlerini izleyenler de görecektir, Türk halkı erotik çağını bile Aydemir Akbaş, Ali Poyrazoğlu, Bülent Kayabaş gibi komik adamlarla yaşadı, birbirine benzer filmleri izledi durdu.

Ardından doksanlarda erotik filmler de sinemadan çekilince, yılda seksen yüz film çıkartan Türk filmi geleneği sona erdi… Yaklaşık bir on yıl kadar da meydan yabancı filmlere kaldı, bunun karşısında Türk sineması ezildikçe ezildi, küçüldü, yılda on yirmi film çıkartamaz hale geldi. Televizyonun yaygınlaşmasıyla sinema bir lüks halini aldı. Ancak başka bir açıdan bu iyi de oldu; Türk seyircisi orijinal konulu filmleri ilk kez bu dönemde izleme şansı buldu. Milenyuma gelindiğinde perde, bu kez yeni bir modanın etkinse girecekti… Televizyonlarda gösterilen, büyük reyting toplayan birkaç dizinin sinema filmi yapılınca, üstelik bu diziler de Deli Yürek, Asmalı Konak, Kurtlar Vadisi gibi gerçekten çok izlenen diziler olunca, halk yeniden sinemaya döndü ve dönemimize gelip bakınca şunu söylemek mümkün, halk, yeniden sinemayla barıştı. Hollywood’un içine düştüğü boşlukta yeni film çıkartamaz hale gelmesi, senarist krizi gibi sebeplerle yabancı filmler de piyasadan çekilince Türk filmleri üç beş milyon gişeye oynamaya başladı.

Ancak bizi bu tatmin etti mi? Tabii ki de hayır… Sinema çok izlenilse de gişe alan filmlerin Recep İvedik, Gora, Argo gibi filmler olması herkesçe eleştirildi, Atilla Dorsay gibi bir duayen bile kalkıp bunlar hakkında yazı yazma ihtiyacı duydu. Elbette bunların yanında kıymetli sayılan Türk filmleri de yapıldı, bunlar da çokça izlendi. İki yıl öncesine gelindiğinde, öyle veya böyle Türk sineması bir genişleme dönemine girmişti artık…

Eleştirilere rağmen Türk sinemasının büyümesi bugün de devam ediyor. Sanırım şu anda hafta birkaç film gösterime sokabilecek bir kapasiteye ulaşıldı, pastada üçte ikilik bir oran yakalandı. Bunların hepsi güzel, eleştiriler de haklı, öte yandan bu gelişmeyle beraber yaratıcı isimlere verilen fırsatlar da arttı. Fakat içinde bulunduğumuz dönemde Türk sineması yirmi veya otuz yıl öncesine nazaran daha iyi filmler çıkartabiliyor mu; yapılan gişeler, oynayan filmlerin ödüller alması iyiye gidişe bir işaret mi; bence bu hala bir soru işareti.

***


Türk sinemasının şu andaki gözbebeklerinden biri kuşkusuz Çağan Irmak… Mustafa Hakkında Her Şey, Babam ve Oğlum, Ulak ve nihayetinde Issız Adam gibi, her biri gişede oldukça başarılı filmler verdi, Asmalı Konak, Çemberinde Gül Oya gibi televizyonda çığır açan iki güzel diziyi yarattı. Özellikle Babam ve Oğlum filmi sayesinde, aldığı ödüller bir yana sinemada ağlattığı milyonlarca insan ile dikkatleri üzerine topladı. Çağan Irmak, belki de bu filmle kariyerinde ciddi bir çıkış yakaladı. Hiç reklamı yapılmadı denilen film, haftalarca ağlatan film, dönemin gerçeklerini anlatan film diye haber yapılarak dikkatleri üzerine çekti, sonucunda Çağan Irmak hatırı sayılır bir üne ulaştı.

Bugün Babam ve Oğlum için, Türkiye sınırları içinde pek çok kişinin izlediği en iyi filmlerden biridir demek sanırım yanlış olmaz.

Sahiden de öyle bir film çekmiştir ki Çağan Irmak, Babam ve Oğlum, bence başarılı olmak isteyen her yönetmen adayına izletilmesi gerekecek kadar büyük bir öneme haizdir, en önemlisi harikulade bir Türk filmidir. Basit kurgusuyla, hemen her insanın içini sızlatacak bir döneme, 12 Eylül’e ve hemen her insanın içini parçalayacak bir konuya, babalar ve oğulları arasındaki anlaşmazlıklara, aile bağlarına değinmesiyle, o zamandan sonra televizyonlarımızda fenomen olmuş Ege şivesini en iyi şekilde kullanıp Türk halkının sevdiği sıcak ve samimi bir atmosferi yakalamasıyla ve tabii ki çok ama çok iyi oyuncuları kadrosunda barındırmasıyla bu film, başarılı olmaya aday tipik bir Türk filminin bütün niteliklerini taşır. Bu kombinasyonları yakalamış hemen her filmin başarıya ulaşmış olması bunun en büyük ispatıdır zaten.

Basit bir kurgu içinde, duygusal anlarda oyuncunun yüzüne yakınlaşmanız yeterli olduğundan açılara kadrajlara falan fazla kasmadan, bu şekilde hangi filmi çekerseniz çekin başarılı olmamanız imkansızdır zira. Baba ve oğullar gider yerine zengin kızla fakir çocuk gelir; 12 Eylül dönemi gider yerine köyden kente gelen insanların dramı, yetmişlerin varoşları gelir; Ege şivesi gider yerine gecekonduda yaşayan ve bir parça kuru ekmekle mutlu olan, başka bir yöreden Anadolu insanı gelir; Çetin Tekindor, Fikret Kuşkan, Özge Özberk, Hümeyra, Yetkin Dikinciler gider, yerlerine Hulusi Kentmen, Sadri Alışık, Filiz Akın, Halit Akçatepe gelir… Çünkü Türk sinemasındaki dramların omurgasını bu dörtlü kombinasyon oluşturur: Basit kurgu, herkese hitap eden bir acı, sıcak ve samimi bir ortam ve iyi oyuncular yeterlidir.

Otuz yıl önce gündüz fabrikada çalışan, gece tek eğlence olarak sinemalara hücum eden halkın beğenileri, değişen her şeye rağmen, her nasılsa bugün bile değişmez ki bence müzikten edebiyata, sinemaya kadar her alanda kendini gösteren bu aynılık, üzerinde akademik tez yazılacak denli ilginç bir olgudur.

Bu olgunun hüküm sürdüğü yalnız ve güzel ülkemde bu yüzden popüler olmayı becerebilmiş pek çok sanatçı da, yaratıcı olmaktan ziyade bir kaşif, yani halkın beğenilerini saptayıp onlara göre ürünler veren tacirler olmaktan öteye gidemez. Çağan Irmak’ın başarısı da halihazırda budur ki, onu diğerlerinden ayıran bir özelliği varsa kalkıştığı işi en güzel biçimde yapmış olmasıdır. Sürekli tekrar eden ürünlerine rağmen kendisi ağlatmayı hakikaten başarabilen bir insandır ki Issız Adam’da bunu bir kez daha gördük ve anladık; bu açıdan özel insandır.

Babam ve Oğlum, benim naçizane tavsiyemdir; bugün hala izlememiş olanlar varsa hemen izlesinler. Defalarca söylediğim gibi harikulade bir Türk filmidir. Ancak fazla da büyütmemek gerekir, yirmi veya otuz yıl sonra, kendisine benzeyen örnekler çoğaldığında, nasıl geçmişteki filmler unutulmuş ve geriye içlerinden ancak birkaç film çıkmışsa, bu filmde ya unutulacak ya da nadide bir eser olarak hatırlanacaktır. Çağan Irmak’ı daha iyi tanımak ve onun sanatçı yönünü görmek için ise Mustafa Hakkında Her Şey’i izlemelerini ayrıca tavsiye ederim.

Hiç yorum yok: